Hi. I’m Derin. I have been doing stuff since I was 15, and everything I want you to see (with some others better kept away) will be under here, and hopefully more will come as time goes by.
Take your time, enjoy yourself, and explore. I would assume there is at least one thing here for you, and if not, that’s okay too. Thank you for visiting.
Contact: derin@derinemre.com
Merhaba, ben Derin. 15 yaşımdan beri bir sürü farklı ama yine de birbiriyle az biraz bağı olan işler yapıyorum. Görmenizi istediklerimin hepsi burada, umarım gelecekte daha fazlası da gelir.
Çay demleyin, siteyi biraz karıştırın, eminim ilginizi çekecek bir şey bulacaksınız. Umarım beğenirsiniz.
İletişim: derin@derinemre.com
Gotta start somewhere, so here’s my first ever movie. Stole the idea of a PG-rated porn parody from James Gunn after concluding that an adaptation of ‘The Lottery’ would be a bit too serious for a high school filmmaking class.
Herkes bir yerden başlar, ben de azman bir ergen olarak ilk filmimi James Gunn’ın fikrini çalarak okulda çektim. Türkiye ve lise standartlarına göre yine de biraz müstehcen kaçabilir; siz bilirsiniz.
Never was I so sure of myself as I was making this with Andrea Peçatikov for our high school finishing project. We got one of the most prominent sportscasters in Turkey, shot for hours and hours, and gave it our all to make one epic tale of our high school’s unique sport.
Today it feels drawn out and the aspect ratio is a bit wonky, but nothing felt as satisfying as we put Philip Glass’ Mishima soundtrack to the film’s final minutes and thought that it fit here better than it did in the original.
Lisede dönem ödevi olarak Andrea Peçatikov ile bu filmi çekerken ne bundan önce, ne de bundan sonra kendimden bu kadar emin olmamıştım. Kaan Kural’ı filmde oynattık, saatlerce görüntü çektik, ve de okulumuzun kendine özgü sporunun görkemli (!) hikayesini anlatmak için her şeyimizi verdik.
Şimdi tabii, en-boy oranı biraz garip, film biraz gereksiz uzamış, ama öyle gaza gelmiştik ki, sanki Hagi belgeseli filan çekiyorduk.
My first novel, written during a winter break before I would leave academia for good. Kind of like my own National Novel Writing Month, along with another month for editing.
It’s about academia, masculinity, identity, homelessness, patriarchy, deconstructionism, and other big words. Even though there were some chapters I still really enjoy, it’s too sophomoric to be published, so you can read it here.
Üniversiteyi bırakmadan önceki bir kış tatilinde eve kapanıp yazdığım ilk romanım. Çok az şey bu kitabı yazdığım günler kadar haz vermişti, ama sonunda yavaş yavaş delirmeye başlamıştım.
Akademi, erkeklik, kimlik, evsizlik, ataerkillik, yapıçözüm, ve diğer ciddi kelimelerle alakalı. Her ne kadar bazı bölümleri hâlâ hoşuma gitse de, büyük ihtimalle çok ergen olduğu için hiçbir zaman basılmayacak, o yüzden buyurun, buradan okuyabilirsiniz.
If you didn’t know that it was written by five punks at age 17-18, or especially because of it, this poetry book parody would make you chuckle. Unfortunately, there is one English poem in it, so you can ask a Turkish friend to explain the poems if you want to.
17-18 yaşında beş tane zibidi gencin yazdığını bilmeseniz, ya da bildiğiniz için çok seveceğiniz bir şiir kitabı göndermesi. Zamanında kendi başımıza bastırmış, okulda satmış, paraları da kebapçıda yemiştik. Buraya ekliyorum çünkü okuyanları hâlâ güldürüyor.
Andrea Peçatikov approached me with an idea for a zero-budget horror movie, where, instead of people turning into zombies, people would grow moustaches and become brutes.
Script written in a week long frenzy, the film shot in different parts over three years as we kept adding to the story still without any budget thanks to the help of family and friends, and everything edited in the course of five years and one final month where I said “Fuck it, this has to end.”
Times were good when we were 21 and had no artistic limitations, nor any capabilities. I also had significantly more hair.
Bir film ekibinin “31 ve Moral Bozukluğu” gibi muhteşem bir adı olan uzun metraj bir filmi 24 saatte çekmelerinden ilham, Andrea Peçatikov’dan da insanları zombi yerine onlarda bıyık bırakan bir virüs fikrini alarak çektiğimiz sıfır bütçe korku filmi.
Senaryo bir haftada deli bir kafada yazıldı; film çekimi üç gün sürdü, ama sonra ayrı parçalar olarak üç dört senede aile ve arkadaşların yardımıyla geri kalanı çekildi, çünkü sürekli sahne ekledik; beş sene zar zor kurguladıktan sonra “İllallah,” diyerek bir ayda kurguyu bitirdim.
21 yaşımızda, çok sanatsal derdimizin ve yeteneğimizin olmadığı güzel zamanlardı.
A psychedelic jam band travels through Turkey with the hopes of infusing the public with sounds they have never heard before, all during a time of massive political and social change. Within the three person crew, there was the director, there was the producer, and there was me.
Saykedelik bir rock grubu 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen önce, değişen bir Anadolu’nun farklı farklı bölgelerinde konser vererek halka daha önce duymadıkları bir sesi aşılamayı amaçlıyor. Üç kişilik film ekibinde yönetmen ve yapımcıdan sonraki insan bendim; güzel bir deneyimdi.
I once wrote six to seven short scenes that can pass as pillow talk. With my first salary from Yes Theory, I shot two of them because they were simple enough to be my first professional directorial experience.
Just like my Bon Jovi musical, the rest of the scenes are waiting somewhere to be shot if I have time and money to burn.
Zamanında ‘yatak muhabbeti’ diyebileceğimiz altı-yedi tane sahne yazdım. Yes Theory’den aldığım ilk parayla da en kolay iki sahneyi çektim; bunlar ilk doğru düzgün yönetmenlik deneyimim oldu.
Aynı Bon Jovi müzikalim gibi, geri kalan sahneler çekilmeyi beliyor, tabii eğer harcayabilecek param ve zamanım varsa.
A feature co-written by me and directed by David Findlay about two people who couldn’t be more different in life having to live together in a lake house.
Discussion group questions include: Is something still racist even when nobody mentions it? Can we ever escape social constraints? Are you your own person or a construct?
You can tell me after you watch the film.
Senaryosunu David Findlay ile yazdığım uzun metraj bir film. Hayatın farklı taraflarından iki insanı aynı evde buluşturarak “Bakalım izleyici ırkçı ve cinsiyetçi düşüncelerini bu filme yansıtacak mı?” diye soruyoruz.
Sadece beyazlar için diye düşünmeyin, siz de kendinize sorun: Eğer bir ırktan, ülkeden, cinsiyetten değilseniz, aslında kimsiniz? Kimliklerimiz nasıl yaratılıyor ve neden sürekli birbirimizi ayrıştırıcı şekilde görüyoruz?
Özellikle Türkiye gibi kültürüne ve tarihine çok bağlı olan bir ülke için de anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Buradan izleyebilirsiniz.
Whenever a friend visits a city I lived in, I attempt to write a tour guide that contains literally everything I remember about it during that time period. It’s like a self-indulgent time capsule. One day I hope to gather other people’s own guides as well, no matter how mundane and trivial they might be, because we all see a city in our own way.
Even though the Istanbul guide needs an urgent update—it especially lacks a shameful amount around the Golden Horn—, the next one will be Montreal, and New York will probably be my holy grail, but grid systems are both the best and the worst.
Ne zaman bir arkadaşım önceden yaşadığım bir şehri ziyarete gitse, kaldığım zaman hakkında hatırladığım her şeyi koymaya çalıştığım bir rehber yazıp kendi kafama göre bir kütük oluştururum. Gelecekte başka insanlarınkini de toplamayı istiyorum, çünkü ne kadar sıkıcı veya sıradan olursa olsun, herkesin gördüğü şey farklı oluyor.
İstanbul rehberinin acil bir güncellemeye ihtiyacı var—özellikle Fatih bölümü utanç verici derecede kötü—, ama şimdi Montreal rehberi üzerinde çalışıyorum, ve New York rehberi muhtemelen en büyük hedefim olacak, çünkü aşırı düzenli şehirler bu projede bana hem destek hem de köstek oluyor.
The videos can tell much more than I can at this point about the many of the most interesting times of my life. I love the guys very much and miss them all the time, and couldn’t be prouder of the positivity that came out of it. (Although I still hate the word ‘inspiring’. Don’t tell anyone.)
Zaten neyi merak ediyorsanız hepsi videolarda. Hayatımdaki en eğlenceli senelerden birkaçı burada geçti. Sahip olduğum arkadaşlıklara her zaman minnettar olacağım, ve de ortaya çıkan şeyden de çok gururluyum.
Basically a more narrative and conceptualized version of the Encyclopedia of Istanbul project.
A short film about an aging historian’s attempt to overcoming the impossible task of creating an encyclopedia for his city. Cities especially like Istanbul are created by stories and rely on other people’s tales to write its history, so here’s my contribution.
İstanbul Ansiklopedisi projesinin daha bir ‘hikayeleşmiş’, biraz daha kapsamlı hali.
İstanbul’un kütüğünü oluşturmak gibi imkansız bir hedefi başarmaya çalışan Reşad Ekrem Koçu’dan esinlenilmiş bir film. İstanbul zaten başkalarının anlatılarıyla kendi tarihini oluşturmuş bir şehir, bu da benim katkım olsun.
1st Version
2nd Version
3rd Version
1. Hâli
2. Hâli
3. Hâli
Throughout the year 2016, Istanbul was ravaged by violence. Going back home, I was stressed for my life, the past was becoming more distant to me, so I just started recording random things that captured my attention.
The result came out in three different versions, and everybody has their favourite. The third one is the ‘truest’ one, whatever that means, but each has its own angle.
2016 senesi Türkiye için çok zor bir yıldı. Yılbaşı için İstanbul’a geri dönerken yanıma bir kamera aldım ve alakasız imgeler çektim, ölüme karşı olan merakımı ve ölümle ilgili derdimi anlattım; ülkemden ne kadar uzak olduğuma yandım.
Üç farklı hali çıktı en sonunda, herkes bir başkasını beğeniyor diye üçünü de sunuyorum. Üçüncüsü en ‘bitmiş’ hali, her ne demekse, ama her biri farklı bir açıdan bakıyor bence.
İkinci ve üçüncü halinde bahsettiğim senaryoyu da buradan okuyabilirsiniz, çünkü büyük ihtimalle hiç çekilemeyecek. Hem ülke çok hızlı ilerliyor, artık zamanı geçti.
Episodes
Bölümler
1
2
3
4
5
6
I wanted to put this up on YouTube because I thought it was the right fit, but it got taken down for seven counts of copyright strikes. Which is funny because the series contain more than a thousand video clips that have shaped my life.
Good or bad, no joke: this is my magnum opus. A six episode journey into my memories of growing up, my obsession with media, and my past in Istanbul I left behind, it’s a very transparent (now that I'm releasing it, I'm realizing that it might be a bit too transparent) tale of growing up in Turkey and watching too much television, but I hope it can be viewed by anyone did the latter.
You’ll know if it is for you from the first minutes. If it is, I hope you enjoy it.
1
2
3
4
5
6
Şaka yapmıyorum, ve biliyorum çok gıcık olacaksınız, ama Türkiye televizyon tarihinin en önemli dizi filmini yaptım. İyidir kötüdür, onu belirlemek size kalmış.
Üç saatlik, sadece Türkiye'den televizyon (ve biraz da Amerikan film) kliplerinden yaratılmış, benim zihnime, hafızama, medya ile olan takıntıma, ve geride bıraktığım kültürüme yaptığım belki de aşırı içten bir yolculuk. Genelde kendi hayatımı anlatıyorum, ama bunu zaten Türkçe okuyorsanız Türkiye'nin medya kültürüyle bir alakanız olduğunu varsayıyorum; o zaman kesinlikle içinden size dokunacak bir şey bulacaksınız, çünkü siz de zamanında televizyon izlemişsinizdir.
Zaten sizin için olup olmadığını ilk birkaç dakikasında anlarsınız. Eğer geri kalanını izleyecekseniz, umarım beğenirsiniz.
I took it for granted while I grew up there, but I love Istanbul and its long, complicated history. The offbeat historian Reşad Ekrem Koçu wrote countless books on Ottoman history in Istanbul, and his work culminated with the Encyclopedia of Istanbul: A massive, seven-thousand page tome that tried to contain everything and was only published until the letter G before Koçu died. Apart from what’s traditionally expected, as well as streets, people, mosques, and slang, more interesting entries include: “Cars Flying Out to the Sea”, “Hasan: The Niğde Monster”, and “Footballers’ Thigh, Knee, and Foot Massage Illustrations”.
My aim is to revitalize his words in visual form and create a sense of a time without boundaries that compose Istanbul–an 80s Super 8 camera capturing the Istanbul around 2018, narrating encyclopedia entries written between 1944-1973, telling stories from hundreds of years ago…
İstanbul’u ve karmakarışık tarihini çok uzun süre kanıksadım, ancak gidince neleri kaçırdığımı fark ettim, tam bu sırada da devreye Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi girdi.
Osmanlılar hakkında sayısız kitap yazmış olan sıradışı tarihçi Koçu’nun eserlerinin en önemlisi şüphesiz ki İstanbul Ansiklopedisi’dir. Sokak serserilerinden saray büyüklerine, denize uçan arabalardan manavdaki domatese kadar her şeyi topladığı yedi bin sayfalık bu şehir kütüğü, Koçu ölmeden önce sadece G harfine kadar basılabildi.
Amacım onun kelimelerini görsel bir biçimde sunarak bir zaman bütünlüğü içinde İstanbulu oluşturmak: Seksenlerden kalma bir sekiz milimetre film kamerası, İstanbul’un 2018’den itibaren görüntüleriyle Koçu’nun 1944-1973 arasında yazdığı yüzlerce seneyi kaplayan ansiklopedi maddelerini anlatıyor…
Doesn't feel good to write about it when I can't present it yet, so talk soon, I hope.
That being said, showing the work-in-progress version at the Robinson Crusoe 389 bookstore Istanbul made me so happy that I'll just put the link of the event here, just so that it won't be forgotten.
Bunu size gösteremiyorsam eğer hakkında yazmak çok anlamlı gelmiyor; umarım yakında konuşuruz.
Yine de, filmin bitmemiş bir halini Robinson Crusoe 389'da göstermek beni—özellikle de 14-18 yaşı arasındaki beni—çok mutlu ettiği için, bari etkinliğin linkini koyayım da bir yerde dursun en azından.
Definitely not the Yes Theory book I would have written, but I cannot thank Matt enough for bringing me on board to help write his story. There's a reason why Yes Theory worked so well (hell, there's a reason why I stayed for a while), and I'll grudgingly admit that the correct term for it is 'synergy'.
If you are curious, you can purchase it here.
Yes Theory hakkında beynimi değil de, kalbimi kullanarak Matt'in hikayesini onunla beraber anlattığım kitap. Maraton gibi kitap yazdık valla—sonuç fena değil, ama yine de eğlenceli.
Merak ediyorsanız, buradan satın alabilirsiniz.
This one definitely doesn't feel good to write about when I can't present it yet, but, as this short film's biggest inspiration once said, "Coming soon to a laptop screen near you."
Hele hele bunu size gösteremiyorsam eğer hakkında yazmak çok anlamlı gelmiyor, ama bu kısa filmin en büyük ilham kaynağının dediği gibi, "Pek yakında, laptop ekranlarınızda."
An audiovisual project where local musicians compose pieces for their musical lightscapes. A good mixture of my archival and urban sensibilities. A passion project before, probably a passion project forever.
You can check out the website here.
Yerel müzisyenlerin çevrelerindeki ışık manzaraları için parça besteledikleri bir proje. Hem şehir, hem de arşiv sevgimin hoş bir karışımı. Büyük ihtimalle sonsuza kadar bir hobi olarak kalacak, öyle kalsın zaten.
İnternet sitesine buradan ulaşabilirsiniz.